27 Kas 2012

UYARMAKTAN ASLA KORKMA!

Her ortamda davranışlarını kontrol edemeyen, kendini merkez zannedip asla aşağıya düşmeyen, hatasında bile üste çıkan ve insanı kendinden tiksindirmeyi hızla başaran bir kişi vardır. Arkadaşlarınız arasında, sınıfta, çalıştığınız yerde… Ve daha birçok yerde karşınıza çıkabilir. Bunlara ayrı gözle bakan biriyim. Onların davranışlarını anlayamasam da aile ile ilgili sorunları olduğunu tahmin ederim. Ailenin eksik verdiği terbiye… Ben on dokuz yaşıma neredeyse gireceğim ve öyle davranışlar sergileyemem. Azıcık bile haksız bir konuda haklı olmaya çalışsam kızarır, sonunda boynumu bükerim. Böyle davrananlar; hani ar damarı çatlamış diye bir söz var, o misal.
Sınıf ortamında kendinizi onların yerine koyarak; liselisiniz ya da üniversite. Öğretmenin karşısında öyle oturup, sağınız ya da solunuzla konuşuyorsunuz. Öğretmen sizi uyarırcasına baksa da hiç usanmadan devam edip fark etmiyorsunuz. Sabri taşan öğretmen uyarır gibi, “Sessizlik!” diye bağırır ve siz üzerinize almazsınız devam edersiniz. Sonunda öğretmenin sabrı taşarak direkt sizi uyarır. Siz ise hiçbir şey yapmamış gibi üste çıkmaya çalışır ve öğretmeni haksız sayarsınız. Sizin bu tartışmanıza sınıf güler ve sizin daha da coşkuya gelerek öğretmene karşı çıkmaya devam edersiniz. Aslında o gülenlerin içinde sizi ne kadar ayıpladığı, aptal gördüğü ve hiç kendini frenlemesini bilmeyen olarak hayıflar.

 


Toplumumuzda böyle kişiler çoktur. Onların yerine kendinizi koyduğunuzda; size gülen ortam, sizsiz olmayan buluşmalar, her lafa girmeniz… Bunlar sadece alaya vurmak içindir. Onlar kendilerini üstün görenlerdir. Siz ise onlara bu davranışları uyarmak yerine gülüp geçen ve daha da egosunu büyütensiniz. Biri çıkıp onların böyle iğrenç, hayıflanılacak davranışları söylese üste çıkmasına ses çıkartmazsanız daha da beter olur. Genellikle uyarıcılar öğretmenler olduğunda bu böyledir.

Açık sözlü olun böyle olaylarda. Sevmediğiniz ya da yanlış gördüğünüz davranışlarda uyarmasını bilin. Sessiz kaldığınızda onların çocukları da böyle büyüyerek elbet sizin çocuklarınızla arkadaş olacaktır.

 

Uzun zamandır aranızda yoktum. Bir takım sağlık problemlerim yüzünden belirli ara verdim ama geri döndüm ;)

26 Kas 2012

Meşhur Olmak




Şöhret, efsunlu bir kelime. Görenlerin, duyanların başını döndürüyor. Şöhret, tanınmanın, sevilmenin hayranlığın, en üst seviyesi. Şöhret onca sevgi gösterisinin bir cilası. Şöhretin ilerisi, meşhur olmak. Ama kimin gözünde meşhur olmak…
Evet, herkes şöhretin nimetlerini tatmak ve meşhur olmak ister. Bu, insanın fıtratında var. Yol ayrımı ise iyiliğin ve kötülüğün şöhreti…
Hadi biraz düşünelim. Dünyada 7 milyar insan var ve dahası da var, sizden sonra. Meşhursunuz, en iyisi sizsiniz, her gün televizyon, gazete, sosyal medya peşinizde… Ve sizin şöhretiniz 1 milyara ulaşsın…Yani artık meşhursunuz… Siz vazgeçilmezsiniz… Egonuz,nefsiniz kaf dağınının tepelerinde… Ve öldünüz ya da hayattasınız diyelim. Şu soruyu kendimize soralım ve meşhurluğun, şöhretin mizanını, sınırını çizelim.
Dünyada 7 milyar insan sizi tanısa, kabul etse hayranlık duysa kainatın efendisi Peygamber Efendimiz sizi tanımamış veyahut siz onu tanımamışsanız meşhur olmanın bir faydası var mıdır? Ve kainatın, mahlukatın yaratıcısı bir olan Hazreti Allah’ı tanımamış iseniz ve varlığınızdan O’nu haberdar etmemiş iseniz meşhur olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
Şimdi bir de tersinden soralım.
Bütün dünya sizi bilmiyor; lakin sizbütün alem-i mükevvinatı bilen Hazreti Allah’ı biliyorsanız, uhrevî hayatın sonsuzluğunda sizden daha meşhur biri var mıdır? Dünyada sizi sadece bir insan tanıyor ve sizi 6.999.999.999 kişi tanımıyor olsun. O tanıyan da Peygamber Efendimiz… Söyleyin şimdi, yarın ruz-u mahşerde sizden daha meşhur birini tanıyor musunuz?

Sadık Sermen / İstanbul

Şükretmek - Hikaye ( Mutlaka Okuyun )

 




 

Tuğrul, annesinin sofraya getirdiği bulgur pilavını görünce, yüzünü buruşturdu.

-Üç gündür aynı şey anne, diye şikâyet etti. Pilav, pilav, pilav…

Anne tabağı sofraya koyduktan sonra:

-Oğlum ne yapalım? Elimizde var mı ki sana çeşitli yemekler pişireyim… Paramız var mı ki istediklerini alayım…

Tuğrul gözlerini kıstı:

-Komşumuzun oğlu Ahmet’i biliyorsun anne… Evlerinde çeşit çeşit yemek çıkıyor. Mert de öyle, Selim de öyle… Üstelik hiç birinin cebinden harçlığı eksik olmuyor. Bıktım bu parasızlıktan… Benim onlardan farkım ne?

Annesi ağlamamak için başını arkaya çevirdi. Üzüntü dolu bir sesle:

-Oğlum, bu elimizde olan bir şey mi? Baban sonunda iyi kötü bir iş buldu. Kazancıyla kıt kanaat geçinip gidiyoruz. Hem sen başkalarına ne bakıyorsun? Onlar kadar zengin değiliz ki biz.

-Neden olmuyoruz, neden olamıyoruz ya?

Hışımla sofradan kalktı.

-Ben bu yemeği yemiyorum! Hep aynı yemek! Bıktım! Pantolon desen yamalı yırtık! Gömlek desen eski püskü! Yeter ya!

-Oğlum Tuğrul! Nereye böyle?

Tuğrul, eskimiş, yer yer boyası dökülmüş mon-tunu sırtına geçirirken annesine boş gözlerle baktı, cevap vermedi. Kapıyı çektiği gibi çıktı.

Zavallı anne bitkin ve kederli bir halde içini çekti önce… Sonra yanaklarına doğru birkaç damla yaş süzüldü. Peşinden bir hıçkırık… Sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.

-Ya Rabbim, ne olacak bu hâlimiz bizim? Bize yardım et.

Hem ağlıyor, hem dua ediyordu. Zavallı kadın üzüntüsünden tek bir lokma bile yiyemedi.

***

Tuğrul, elleri montunun cebinde ayaklarını sürüyerek çıktı evden. Zorla yürüyordu sanki. Bir yandan da söyleniyordu.

-Pilavmış, para yokmuş! Herkes hayatını yaşıyor, biz sürünüyoruz. Ah gözün kör olsun fakirlik!

Gözleri önünde yürüyordu. Sanki bütün herkes kendisine bakıyor ve içten içe alay ediyordu. Sanki başını kaldırsa onu birbirlerine gösterip alay edeceklermiş gibi hissediyordu.

Söylene söylene parka kadar gelmişti. Kafasını kaldırdı, oturacak bir yer aradı. Adımlarını sürüyerek parka girdi ve bankın birine oturdu. En azından biraz kendine gelirdi. Gözleri, ucu yırtılmak üzere olan ayakkabısına takıldı. Ayaklarını hafif içeri çevirerek gizlemeye çalıştı.

-İşe bak, dedi. Ayakkabı, ayakkabı değil, sanki pabuç.

Bu sırada bir çocuk yanına yaklaştı.

-Boyayayım abi, dedi.

İsteksiz bir tavırla çocuğu inceledi. Eli yüzü kapkaraydı. Elbiseleri lime limeydi. Lastik ayakkabıları vardı. Elindeki pabucu uzatmış, bekliyordu. Çocuk, Tuğrul’un manasız manasız baktığını görünce :

-Hişt abi, dedi. Boyayalım mı, dedim!

Tuğrul ezgin bezgin gözlerini kaçırmaya çalıştı:

-Param yok ki, dedi. Hem şuna baksana, boyanacak neresi kalmış?

Boyacı çocuk onun hâline acıdı ve yanına oturuverdi.

-İsmin ne abi senin? diye sordu.

Tuğrul şaşkın bir tavırla ona baktı:

-Tuğrul, dedi. Ya seninki?

-Benimki de Hasan… Kötü bir şey mi oldu abi?

Derdini soran bir dost bulmak Tuğrul’u sevindirmişti. Anlatmaya başladı derdini, içini döktü. Hasan işini bıraktı, onu dinledi.

Konuşması bitince Hasan:

-Hayatımız birbirine benziyor abi, dedi. Üstelik babam da yok benim. Evin tek erkeğiyim. Ama hâlimden şikâyetçi değilim. Buna da şükür. Sabahtan öğleye kadar okula gidiyor, okuldan gelince de boya sandığını alıp buralara geliyorum. Günde 10-15 ayakkabı boyuyorum. Az çok bir şey geçiyor elime. Kazandığımı da evin masraflarına harcıyoruz. Hâlimize şükrediyoruz. Sonuçta bizden beter olan da var, değil mi?

Tuğrul şaşkın şaşkın bakarken Hasan kalktı.

-Gidiyorum abi, dedi. İstersen ayakkabını boyayayım, para almam.

-Sağol Hasan, dedi. Başka zaman inşallah.

Hasan giderken arkasından baktı ve o an fark ettiği durum karşısında sanki başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti. Ayakları engelliydi Hasan’ın. Topallayarak, zar zor yürüyordu. Oysa kalkıp gidene kadar bunu hiç fark etmemişti. Kaldı ki, Hasan da bundan hiç bahsetmemişti.

O an ister istemez gözleri kendi ayaklarına gitti; koşabildiği, atlayıp zıplayabildiği, sapasağlam ayaklarına. Babasız ve engelli bir çocuğun ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği bunca azim ve irade inanılmazdı. Asıl şimdi ezildiğini hissetti.

Öyle değil mi idi ya? Neden, şu durumunda bile, daha beter durumda olan, hatta bir elbise bulamayıp tek giysiyle yaşayan, bir dilim ekmek için çöplükleri karıştıran kimseleri düşünerek haline şükreden Hasan kadar olamıyordu?

- Ne kadar da aptalım, diye hayıflandı. Hasan’ın hâline bak, şu halinde bile boyacılık yapıyor, parasını kazanıyor, bir de ev geçindiriyor. Bana ne oluyor? Yok, zengin olmakmış, yok para bulmakmış! Hem ben çalışmıyorum da! Rahatlığı bulmuşum, daha fazlasını istiyorum. Bana ne arkadaşlarımdan, Mert’ten Selim’den bana ne?

Böyle düşündüğüne sevindi. İçi rahatlamış bir şekilde doğruldu. Hafiften kararmaya yüz tutmuş havaya baktı. Başını önüne eğip:

-Annemi bugün çok üzdüm, kalbini kırdım, dedi. Gidip gönlünü alayım, elini öpeyim.

Ve acıktığını hissetti o an. Canı bulgur pilavı istiyordu. Bu değişikliğe hayret etti.

Adımlarını sürüyerek, hâlinden utanç duyarak, fakirliğe isyan ederek geldiği yoldan, şimdi pişman bir şekilde, haline şükrederek dönüyordu.

24 Kas 2012

Bu kış için dolaplarınızda Promod'a yer açın!

Fransa’nın en büyük kadın giyim markalarından Promod, Fransız şıklığı ile 54 ülkeden sonra, şimdi Türkiye’de.

Zaman sınırı olmayan tasarımlar da, en modern tasarımlar da Promod mağazalarında. Okula veya işe, konsere veya davete, sinemaya veya gezmeye giderken Promod’un slim pantolonları, Viktoryen bluzları, Barok esintili elbiseleri, şık paltoları, baskılı tshirtleri, deri çantaları, bootileri ilk elinize gelen parçalar olacak!

Kendinize daha fazla zaman ayırabilin diye, dolap başında harcanan saatleri Promod sizin yerinize azaltacak. Dolabınızı açtığınızda elinizin ilk gittiği parçalar artık Promod olacak!

Günümüzün modern kadınlarına, günün her anına uygun şık ve dikkat çekici seçenekler sunan Promod mağazaları Nişantaşı ve Buyaka Avm’de.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

 



 






18 Kas 2012

Sizde var mı bu yürek ? Yaşanmış ve gerçek

Yıllar önce Stanford Hastanesi'nde gönüllü olarak çalıştığım zaman, çok ciddi ve az rastlanan bir hastalığa yakalanmış Liza adında bir kız tanıdım.

İyileşmesi için bir tek yol vardı, beş yaşındaki erkek kardeşinden kan nakli yapılması gerekiyordu.

Erkek kardeşi aynı hastalığın üstesinden gelmişti ve vücudunda hastalığı yenebilecek antikorlar oluşmuştu.

 Doktor bu durumu Liza'nın erkek kardeşine açıkladı ve ona ablasına kan vermeyi isteyip istemediğini sordu.

Küçük çocuk bir an tereddüt etti ve derin bir nefes aldıktan sonra,

"Evet, eğer Liza kurtulacaksa veririm" dedi. Kan nakli yapılırken, küçük çocuk ablasının yanındaki yatakta yatıyor ve ablasının yanaklarına renk geldikçe bizimle birlikte gülümsüyordu.

Sonra yüzü sarardı ve yüzündeki gülümseme kayboldu. Başını kaldırıp doktora baktıktan sonra titreyen bir sesle,

"Hemen mi öleceğim?" diye sordu.

Anladık ki yaşı çok küçük olduğu için, doktorun sözlerini yanlış anlamış ve kanının tümünü ablasına vermesi gerektiğini düşünüp onu kabul etmişti.


Bir Bebeğin Yarım Kalmış Günlüğünden

Bir Bebeğin Yarım Kalmış Günlüğünden

5 Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım. Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.

Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm. Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya! Bu bana yetiyor. Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum. Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.

19 Ekim: Biraz büyüdüm. Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum. Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.

23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum. Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek. Herhalde önce "Anne!" diyeceğim. Anne duyuyor musun beni? Seninle konuşacağım. Sana güleceğim. Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim… Nasıl olur? Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya… Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!

27 Ekim: Bugün pek mutluyum. İçimde tatlı bir kıpırtı başladı. Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?

2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim. Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz. Belki birlikte okula gideriz.

12 Kasım: Ah evet… Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım. Anneciğim, orada mısın? Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.

20 Kasım: Oh, nihayet.. Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın! Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti. Sevinmiyor musun anneciğim? Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım…

25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..

10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var… Anneme benziyorum galiba…

13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum. Yaşıyorum ve varım. Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim. Tanışacağız…. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..

24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum. Sesin ne kadar tatlı… Hiç duymadığım bir şey bu… Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım. Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim. Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim? Sen de beni özlüyorsundur mutlaka… Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?

28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor. Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle... Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti... Sustun. Benimle niye konuşmuyorsun anne? Anne… Anne… Anneciğim… Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar... Anne bir şeyler yap… Anne… Kolumu çekiyorlar anne… Canım yanıyor anne... Anne… Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne... Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne… Anne kalbimi parçalıyorlar… Anneciğim… Anne… Anne… An…

Ah! Kürtajınız ta-mamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun !..

10 Kas 2012

Yaşanmış ve Gerçek Herşey Paramı ( Çocuk )

Bir gün bi arkadaşımıza misafirliğe gitmiştik.gittiğimiz evin aile reisi durdurak bilmeden gece gündüz çalışan bi babaydı.6 yaşındada bir oğlu vardı.gece geç saate kadar oturduk ,ama arkadaşım işi sebebiyle kalkmamıza yakın eve geldi.bende pişman olmuştum gittiğime ama gitmişte bulunmuştum
arkadaşım eve girer girmez oğlunun uyumadığını gördü ve bize hoş geldiniz bile demeden karısına ;
-bu daha uyumadımı?
-çabuk yatağa?
diyerek çıkıştı.çocuk uyumuyodu ve sadece babasına bakıyodu.aradan biraz zaman geçti ve coçuk babasına bi soru sormak istedi
-babası yine azarlar bi şekilde ne sor?sorda git uyu dedi.çocuk babasına:
-babacım senin günlük maaşın ne kadar dedi?
babası ve biz dahil hepimiz şaşırmıştık.babası şöyle bi durup düşündükten sonra 1 saatlik çalışma ücretim 60 milyon dedi.çocuk arkasından tekrar:
-babacığım bana 30 milyon verirmisin dedi.babası yine coçuğu azarlayarak çok oluyosun ama git yerine yat ,para falan yok hadi diyerek çocuğu ağlatarak odasına gönderdi.benim yüreğime batmıştı çocuğun ağlaması .dönüp arkadaşıma sanki çok bişey istedi gitte gönlünü al dedim.arkadaşımda pişman olmuştu yukarı çıkıp çocuğunun gönlünü almaya gitti.yukarı çıkıp al oğlum otuz milyon oyuncak mı alacaksın diyerek çocuğu güldürmeye çalıştı.çocuk parayı alıp masanın üstüne koydu ve masanın üzerinde duran kumbarayı eline alıp açtı ve içindeki paraları masaya döktü.babası çocuğa dönüp:
-paran vardıda madem hala benden niye para istiyosun dedi ve çocuğu tekrar azarladı.çocuksa kumbarasından çıkardığı parayla babasının ona verdiği parayı alıp babasına götürdü ve babasının avcunu açıp tüm paraları babsının avcuna koyuverdi.babası çocuğunun tüm yaptıkları anlam veremiyodu ve şaşkınlıkla çocuna bakıyodu.babası sordu şimdide oyuna mı başladık dedi?çocuksa babasına bakıp
babacığım burda tam 60 milyon var senin bi saatlik ücretin ben sana bu parayı versem çalıştığın o bi saati bana verirmisin seni çok özledimde?
deyince baba hıçkıra hıçkıra ağlayıp yaptığının çok yanlış olduğunu anlayıp oğluna sımsıkı sarıldı.

yaşanmış bi hikayedir ama benim değil alıntı.çok hoşuma gittiği için sizle paylaşmak istedim

4 Kas 2012

Beyin 'KULLANIN'



Kimin haklı veya haksız olduğunu bilemezsiniz. Herkes içinde kendi doğrularıyla yaşar. Bir tartışmada haksız bile olsanız çok geç fark edersiniz. Ve gururun galip gelmesiyle geri çekilmezsiniz.

Bunun nasıl bir şey olduğunu bilemezsiniz. Beyninizi kullandığınızı sanırsınız ama o sizi yönetir. Beyin bilinmeyen birçok bilgiyle doludur. Bir yerde bilmediğiniz konu konuşulur. Beyniniz hemen bunu biliyormuş gibi konuşmaya girmenizi ister. Benim bu yazım bile beynimin bana yaptırdığı bir şeyleri yazıyorum. Bunları tamamen beynim söyleyerek ve yazmamı istediği için yazıyorum. Parmaklarım onun kontrolünde ilerliyor. Bilgisayarda oturmak istemesem de beynim oturmamı buyuruyor.

Beyin bizi kontrol eden bir şeydir. Vücudumuzu, duygularımızı, hareketlerimizi, konuşmalarımızı… Her şeyimizi! Ve beyin ölürse diğer organlar birkaç dakika içinde yiter. Çünkü nefes almamızı sağlayan beynimizdir.

Evlilik Aşkı Öldürmez!

Evlilik aşkı öldürür derler. Nasıl öldürsün ki? Uzaktayken özlediğiniz kişiyle şimdi aynı evdesiniz. Aynı odayı paylaşıyorsunuz. Aynı havayı soluyorsunuz. Özleminizi gideriyorsunuz. Konuşuyorsunuz, gülüyorsunuz.  Film izliyorsunuz. Beraber yemek yapıp mutfağı dağıtıyorsunuz. Bu etkinlikler çerçevesinde birbirinizi daha çok tanıyıp daha da aşık oluyorsunuz.

Ve bu evlilikten ikinize ait bir bebek dünyaya geliyor. Düşünsenize ikinizden bir parça. Bebeğinizle mutluluğunuz 2 kat daha artıyor. Bebeğinizin ilk adımlarını, ilk konuşmasını beraber kutluyorsunuz. Beraber bir ömür geçiyorsunuz. Yaşlanıyorsunuz. Çocuklarınızı büyütüyorsunuz. Okulun ilk gününde beraber destek oluyorsunuz. Mezuniyetinde çocuğunuzla aynı heyecanı paylaşıyorsunuz.

Aşkınız daha da büyüyor. Çocuklarınız evlenip gidince baş başa kalıyorsunuz. Hala birbirinize aşk sözleri söylüyorsunuz. Birbirinize aşkla bakıyorsunuz.

Torunlarınız doğuyor. Bana benziyor diye tatlı tatlı kavga ediyorsunuz. Torunlarınıza aşk hikayenizi  tanışmanızı, evlilik teklifinizi anlatıyorsunuz. Anlatırken de o anları tekrar yaşıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Torunlarınız ise hikayenize imreniyorlar.

Hayatınızdaki en güzel yılları geçirdikten sonra mutlu bir final yapıyorsunuz. Sizin için en güzel final tablosu oluyor.

İşte buradan anlıyoruz ki evlilik aşkı öldürmüyor. Aksine daha da güçlendiriyor. Bağların güçlenmesiyle birbirinize sımsıkı sarılıyorsunuz. Eğer bu gerçek bir aşk evliliğiyse tabi.

2 Kas 2012

Öğrencinin Mutfağı Ahh ahh


Öğrencinin Mutfağı Ahh ahh 


Hep hayal ederiz hani. Okula giderken şöyle güzel bir kahvaltı yapsak balı , reçeli , sütü , çayı , kaymağı , ahh ahh peyniri , zeytini .. ama hepsi hayal olarak geçer hafızadan çünkü muhtemel geç kaldık okula yada o kadar bulaşığın içinden şimdi kim hazırlayacak kahvaltıyı koşa koşa hazırlanmak gerek kahvaltıya zaman mı var :) Öğrenci evi bir başkadır hele ki birikmiş bulaşıklar başa bela :) arkadaşlarınla birlikte kalıyorsan o evde herkes bir birine bakar biri kahvaltıyı hazırlasa da bizde nasiplensek :)
Yada genelde sıracılık vardır . Hergün biri kahvaltıyı hazırlar diğeri yemeği bulaşığı derken geçer zaman . Okula gidilir dersler gezmeler gün öyle böyle derken geçer zaman . Eve gidiyoruz şimdi hımmm akşam güzel bir yemek yemek gerek ahh ahh şimdi annemin evinde olsamda güzel güzel hazır yemeklerinden yesem diye geçer insanın aklından .. bakın öğrencin hayalindeki şu hamarat yemeklere ..

 

[one_third]Sınavları Yediniz mi ? HOCAM[/one_third]

[one_third]Öğrencinin Hayalindeki Kahvaltı [/one_third]

[one_third_last]Öğrencinin Hayalindeki Meyveler[/one_third_last]

 

Hepinizin eminim ki öğrenci evlerinde yaşadığı süper diyaloglar vardır! Anlatırken bile karnınızı gülmekten kasan, anlattığınızı yere yapıştıran ! Genelde bu diyaloglar birlikte yemek yerken yaşanır.  Gerçekten resimdeki   kahvaltı  ve meyveler güzelmiş

 

 

[one_third]    Selin :  Merve akşam bu yemeklerden yap[/one_third]
[one_third]                   Selin bugün sıra sende[/one_third]

[one_third_last]      Acıktım biri yemek yapsın artık .[/one_third_last]

 

 

Ve hayal ettiğimiz o meyveler , tatlılar varyaaaa uff uff  ..

 

[one_third]  Tamam izin dönüşü getireceğim tatlı sözümü[/one_third]
[one_third]  Selin uyan Suzan tatlı almış .[/one_third]
[one_third_last] Biraz daha kalsaydın karpuz kesicektik[/one_third_last]

 

 

Ve uykudan uyanıp öğrencilerin has ve gerçek yemekleri ;

 

[one_third] Afiyet olsun :) [/one_third]
[one_third]              Salçalı mı ? YOKSA [/one_third]
[one_third_last]                   Eline sağlık Aysun annemin çorbası gibi olmuş[/one_third_last]

 

Yorumlarınızı bekliyorum ...

Sponsor