29 Eyl 2012

Sevgi ...

Sevgi önce '' ben ' yerine '' sen ' diyebilmektir kendinden önce '' onu '' düşünebilmektir .
Onun yanında huzur bulmak güven duymak
her ne olursa olsun onun yanında olacağını seni seveceğini bilerek '' kendin'' olmaktır .

[dropcap]S[/dropcap]evgiliyle her şeyi göze almaktır sevmek. Ki sevgilinin olduğu cehenneme yürümektir.
Sevgilinin olmadığı Cennete de gitmemektir sevmek.
Sevmek, sevgiliyi cennet etmektir.
Sevmek bir olmaktır.
Sevmek yaşamaktır.
Ve sevmek inanmaktır.
Sevmek bir başkasının hayatını yaşamaktır.
Sevmek sevmesini haketmektir.
Sevmek sevgilinin baktığı yerde, sustuğu yerde olmaktır.
Sevmek sevgilisiz geçen gecelerin sabahına varmaktır.
Sevmek saz benizli sabahlarda yaşamaktır sevgiliyi.
Sevmek sevmesini bilmektir.
Sevmek ölmesini bilmektir.
Sevmek SEVMEK olmaktır.
AŞK olmaktır.
Aşk bir kere sevmektir.
Sevmek aşkın kendisi olmaktır.
Ölümü Özlemeyen Aşkı Anlayamaz..

Sevgi sen benim neyimsin ?

Sevgi sıfat almaz.Anne ,Baba sevgisi gibi evlat sevgisi gibi ,aşk
gibi,dostluk gibi ‘Sevginin tek bir türü vardır,o da yüreğini sıcak
tutanı.
Sıfatlar, sevgiyi kalıba sokar,görev yükler.Oysa sevgi kural
tanımaz,görev almaz.Sevdin mi kanından olduğu için değil,canından olduğu
için seversin.Sevdin mi,sana verdikleri için değil,ona verebileceklerin
için seversin.Sevgini beklentisiz, emeksiz ve sınırsız oluşu bu
sıfatsızlıktan gelir.

Sıfatlar, olsa olsa ilişkiye şekil verir.Kimini
yanaklarından kimini dudaklarından ,kimini alnından öpersin.Fakat sevdin mi
neresinden olursa olsun öpüşün yüreğine değer.Sevgi sevgi sıfat almaz işte
bu yüzden,tek bir türdür.Sıfatlarla bezediklerimiz, sevgi yolunda
yaşadığımız güzel duygulardır.Gün gelir bir gün sevgiye dönüştüğünde bu
güzel duygular,’Sen benim neyimsin?’ sorusu düşer diğer bütün sorular gibi .
benim fikrimcede sevgi budur işte .

Mecnun’a sormuşlar: “Onca sıkıntı bunun için miydi?”

Aşık Veysel’e sormuşlar:  “Sizce aşk nedir?”

Aşık Veysel gülümsemiş ve şöyle demiş; ”Seversin, kavuşamazsın, aşk olur…”

Leyla aslında hiç de güzel değilmiş. Mecnun’a sormuşlar:
“Onca sıkıntı bunun için miydi?” Mecnun yanıtlamış:
“Hayır gönlümdeki Leyla içindi!”
Kays, Leyla’ya olan aşkından “Mecnun” diye anılır olmuş, “aklını saklayan” olmuş. Onca zaman kavuşamamış sevgilisine. Hep Leyla’yı düşünmüş, gönlünde yaşatmış, yeniden yaratmış onu. Ve o an gelmiş, Leyla bulmuş Mecnun’u çölde. Onca yıldan sonra ilk kez bakıyorlarmış birbirlerinin yüzüne. Onca yıldır hayallerinde yaşattığı o yüz, şimdi etiyle, kemiğiyle karşısındaymış. Mecnun’un dudaklarından şu sözler dökülmüş:
“Ben bensem sen kimsin?
Sen sensen ben kimim?”
Böyle reddeder Mecnun Leyla’sını. Reddeder, ve kendi Leyla’sına geri döner. Kendi içindeki Leyla’ya. Tamamen ona ait olana. Işte böylece, Mecnun’un aşkı belki de Allah C.C. olan AŞK dönüşür. Ancak ilahi aşk dedikleri de zaten kişinin kendi özüne duyduğu o aşk olmaz mı? Aşık Veysel’in bildiğini Mecnun da bilir elbet. Kavuşamayınca aşk olduğunu. Ve reddeder kavuşmayı. Hem zaten büyüyü bozacaktır kavuşmak. Hayalle gerçeğin kavuşması her zaman hoş olmaz.

Aşkın Reçetesi

İlacın Adı: [tooltip text="Aşk" gravity="nw"]seni seviyorum merve[/tooltip]

Familya: Sevdaca

Bitki Adı: Aşkus Tadarus

Elde Edilişi: Aşkı elde etmek için türlü yöntemler vardır. Birinci yöntem için ilkel maddeler,para,bir çift söz ve bir çift kesici gözdür. Fakat bu yöntem pahalı olduğu için, endüstride başka yollarla elde edilir. Özellikle orta insanlar arasında aşk, parasız-pulsuz, belirli bir süre "gözleme" yardımı ile elde edilir. Bu şekilde elde edilen aşk saf değildir. Çeşitli randevularla kristalleştirilir ve daha sonra saf olarak elde edilir.

Fiziki Özellikleri: Pembe renkli kristallerden olusur. Kalpte yerleşir. Keskin lezzetlidir. Özellikle iç organlarda hissedilir. İlk resmi tanımı Adem ile Havva tarafından yapılmış, sonra insanlar tarafından geliştirilmiştir.

Kimyasal Özellikleri: Kaba sözlerden alınır. Formülü hemen değişir. Aslında aşk dayanıklı bir madde değildir. Parasızlık, sefillik, yalancılıkla "geçimsiz" bir ilaçtır.

Saflık Muayenesi: Aşkın ne ölçüde "saf" olduğunu anlamak için ihanet, aldatma, matrak geçmeyle ne ölçüde dayanıklı olduğu anlaşılır.

Aşk reçetesiMiktar Tayini: Aşk enjekte edilmiş ve hassas tartılmış bir insan, bir haftada kilo kaybederse bu uluslararası ölçülere göre en az Romeo-Juliet, Türk ölçülerine göre Leyla Mecnun aşkına eşittir.

Kullanışı: Nisan ve nikahta az dozlarla alınmalı, fazla miktarı, magandalardan para kopartmada kullanIılır. Aşk çeşitli biçimlerde görülebilir. Bilim aşkı, sanat aşkı, doğa aşkı gibi..

Teşhisi: Kalp çarpıntısı. Uçma hissi, gözlerde kararma, sevdiğinden başkasını görememe şeklinde özel bir körlük. Mantık kaybı. Uykusuzluk, iştahsızlık, terleme..

Kullanışı: Kalbi hızlandırmak için, alçak dozda.Sinir sistemini uyarmak için yüksek dozda. Moral ve cesaret verici neşelendirici. Ancak belli dozu yoktur. Hiç alınmazsa kişide kompleks yaratır.Yüksek dozda öldürücü, alçak dozda guldurucu etkisi vardır.

İlacın Reklamı İçin Uygun Slogan: Karanfilim ez beni, çift kanatlı tülbentten süz beni, sen kalem ol ben divit, reçeteye yaz beni...

Aşk Nedir ?

Niçin aşk?

[dropcap]N[/dropcap]edir bu aşk denilen şey, elle tutulmaz gözle görülmez bir şeyse nedir bu yaşanan somut acılar,güzellikler? Tek başına aşkı tanımlamak herşeyden soyutlamak mümkün mü? Hayır ! Aşk bugünlerde bazılarına göre plastikten bile yeniden yapıldı.Dünyada yaşanan suniliğe doğru gidiş aşkın etrafını sardı.

Nedir şu [tooltip text="aşk" gravity="ne"]seni seviyorum merve[/tooltip]...? Aşk hayatın bize hazırladığı en güzel sürprizdir, bu yüzden de kalpleri ne zaman ele geçireceği hiç belli değildir. Daha ne olduğunu bile anlayamadan onun hükümdarlığına giriverirsiniz. Aşk; en yalın biçimde anlatılan tek kavramdır o, adı kendisidir zaten. Onu anlatmak için sonu gelmez cümleler kurmanıza gerek yoktur, "Aşık oldum" dediğiniz an akan sular durur, küçücük çocuk bile sizi rahatlıkla anlayabilir, çünkü aşkın dili tektir.
[dropcap]A[/dropcap]şkın zamanını biz ayarlayabilseydik eğer ve kime neden aşık olduğumuzu anlayabilseydik,aşkın sırrını da çözerdik herhalde. Ama o zaman da aşkın insanı alıp götüren büyüsü tamamen kaybolurdu.
[dropcap]A[/dropcap]şk hayata karşı işlenen en güzel ve en doğru suç ortakIığıdır, aşk hayatın bütün tekdüzeliğine, bütün sıradanIığına en soylu başkaldırıdır. Ondan korkup kaçmak hiç kimseye yakışmaz. Ve elbette yasanılan aşkı suçlamak ,yargılamak, karalamak, inkar etmek de aşka yakışık kalmaz. Bu önce haksızlık, kendinize saygısızlık olur. İnsan sonuna kadar savunmalı aşkını, karşılık görmesede, acı çekeceğini hissetsede, yarın terkedileceğini bilsede, ailesini karşısına alacağını bilsede taviz vermemeli aşkından, "Seni Seviyorum" diyebilmeli göğsünü gere gere. Aşk iste o zaman aşktır. Ve bunun dogrusu yanlışı yoktur, zaten aşkın kendisi doğrudur, kime karşı duyuluyorsa bu aşk, doğru insanda işte odur.

[dropcap]A[/dropcap]şkın zamanı yoktur, hep hazırlıksız yakalar insanı. Evli olmanız, sevgilinizin olması, bir ayrılığın taze yaralarını kurutmaya calışmanız,bağlılıktan korkmanız, ailenizden çekinmeniz, hatta sevilenin hapse girmesi bile onun hiç mi hiç umrunda değildir. İşte aşk bütün bunlara tek başınıza karşı gelebilme yurekliliğidir, belkide yeni hayata geçebilme yolu...
aşkAşkın ne zaman gelebileceği belli olmadığı gibi, ne zaman gideceği de hiç belli değildir. Fazla vakti yoktur onun, uzun süre beklemeye ve bekletilmeye tahammülü de yoktur. Bir başka göze bakmaya, bir başka tene dokunmaya başlaması o kadar da zor değildir...Aşktan değil, onun kaçmasından korkun ve doğruluğuna yanlışlığına bakmadan sonuna kadar savunun aşkınızı.
Biliyor musunuz, hayat zaten kocaman bir yalan, bu kadar sahteligin içinde gerçek ve doğru olan tek guzellik AŞK.!!. Lütfen ona haksızlık etmeyelim..

28 Eyl 2012

Hayatın görünmez güveleri

Mark Twain’in düşündürücü bir lafı var. “İsteklerinizi, hayallerinizi küçümseyen kişilerden mümkün mertebe uzak durun!” “Ruhu küçük insanlar başkalarını da daraltmak, azaltmak ister” diye devam eder söze dünyaca ünlü romancı.
Küçümserler her şeyi ve her emeği.
Her kelimeleri ağılı.

Ruhu engin insanlar ise kendiliğinden destek verir etraflarındakilere. Sadece yakınlarını ya da kendi dostlarını, akrabalarını değil, birilerini kayırmak anlamında değil, bizatihi yaratıcılığı teşvik ederler; her nerede görürlerse görsünler.
O yüzden kimlerle arkadaşlık ettiğimiz, vakit geçirdiğimiz ve kimlerin lafını/eleştirisini ciddiye aldığımız hususunda seçici olmak en iyisi, şayet akıl ve ruh sağlığımızı muhafaza edebilmek istiyorsak.
Mark Twain bizim memlekette yaşasaydı çok daha keskin bir üslupla zikrederdi herhalde tüm bunları.
Halbuki bizler ekseriya unutuveriyoruz bu kadim kuralı. “Başkaları ne der, aman elâlem laf eder” kaygısı camdan bir duvar gibi dikiliyor önümüzde. Çöküyor olanca ağırlığıyla üzerimize. Küçümsenme, beğenilmeme, en nihayetinde anlaşılmama korkusu o kadar ağır basıyor ki ayaklarımız geri geri gidiyor her işte. Hayallerimizi, uçuk kaçık emellerimizi naftalinleyip kaldırıyoruz zihnimizin dolaplarına. Orada çürüyorlar usulca. Gün ışığı görmeden senebesene.

Nice sonra açıp bakıyoruz ki güve yemiş planlarımızı. Biz yaşlanırken onlar da bir kenarda kuruyuvermiş. Hayatın görünmez güveleri var, yer bitirirler insanın özgüvenini.
Amerika’da ders verdiğim yıllardı. Arizona’da sakin bir öğleden sonra. Sınıfta 20 civarında öğrenci. Çoğunluğu kadın. Onlar sırayla konuşuyor, ben not alıyorum. Öğrenciler ateşli, heyecanla söze karışıyor, hatta bazen sabırsızlıktan birbirlerinin sözünü kesiyorlar. Tartışma konumuz “Kültürel farklılıklar mı daha önemli günümüzde yoksa evrensel değerler mi?” Dikkatimi çeken bir nokta var: Öğrencilerin önemli bir kısmı önceki hafta verdiğim okumaları tamamlamadan gelmiş, belli ki tembellik etmiş. 50 küsur sayfa vardı okunacak. Şöyle bir bakmışlar en fazla. Ama her birinin bir kanaati var. Hem kanaati, hem de özgüveni.
Bundan çok değil iki sene evvel, benzer bir sahne hatırlıyorum. İstanbul’da bir özel üniversitede. Konu da benzer. Ama ortam farklı. Bu sefer öğrenciler okumaları yaparak gelmişler sınıfa, verdiğim metinlerin çoğuna vâkıflar. Ne var ki iş tartışmaya gelince hep aynı kişiler söz alıyor, hep aynı erkek öğrenciler fikir beyan ederken diğerleri sadece dinliyor. Bilhassa kız öğrencileri konuşturmak ne kadar zor. Dersten sonra bir kız öğrenci yaklaşıyor yanıma. Akıllı, bilgili biri. Konuyla ilgili düşüncelerini açıyor bana. “İyi ama neden derste söylemedin bunları?” diyorum.

“Paylaşsaydın ya arkadaşlarınla.” Gülümsüyor, mahcup. Omuz silkiyor. Takılır aklıma, nedir özgüvenimizi örseleyen? 19 yaşında Amerikalı bir kız öğrenci, hocanın salık verdiği okumaların belki de hiçbirini yapmadığı halde rahatlıkla sınıfta söz alıp tartışırken, yaşıtı ve hemcinsi bir Türk öğrenci, üstelik konuyu gayet iyi bildiği halde neden susar, neden dinlemeyi tercih eder?
Kız çocuklar erkek çocuklardan daha çabuk olgunlaşıyor, daha çabuk büyüyor. Yani bir anlamda hayata daha önde başlıyor. Sonra… Toplum, eğitim, aile, adım adım azaltıyoruz kendilerine olan güvenlerini. Öyle ki buluğ çağına vardıklarında o eski yaratıcılıklarından, girişkenliklerinden eser kalmamış oluyor çoğu zaman. Geri çekiliyorlar. Lise, üniversite aşamasına geldiklerinde büsbütün isteksizleşiyorlar kamusal alanda konuşmak konusunda. “Başkaları beğenmez” kaygısı değil mi bizi bu kadar ürkekleştiren? Neden hep dinlemeyi tercih ediyoruz, bir fikrimiz olduğu halde, birçok fikrimiz olduğu halde? Dışarıda dinleyici, kendi evlerinde konuşkan kadınlar…

Elif Şafak